28 Kasım 2012 Çarşamba

Şafak Vakti

Evet üniversiteye gidiyorum.. Evet hukuk okuyorum ve evet vampirleri özellikle Twilight'ı seviyorum. Hatta fanıyım diyebilirim :)
Arkadaşlarımın isyanlarına rağmen vampirlere sempatimin kurtulamıyorum napayım elimde değil:)
Edward'ın Bellaya olan aşkı.. O kendini tutmaları hadi ama hangi kız istemez kimin hoşuna gitmez, duygularını okşamaz, kalbini ısıtmaz ki.. Düşünsenize vampirisiniz kanla besleniyorsunuz, öptüğünüzde derinin altından akan kanı hissediyorsunuz ama ona zarar gelmesin birşey olmasın diye dayanıyorsunuz hangimiz istemez böylesine seven birini :)

Gel gelelim 5 senelik uzun bir maceranın sonuna Şafak Vakti'ne !!!
Şafak Vakti kitabının çıktığı günü daha dün gibi hatırlıyorum, final dönemimdi benim ders çalışmam gerekiyordu fakat aylardır beklediğim kitap sonunda raflardaki yerini almıştı, kitabı almak için daha fazla bekleyemedim sınavdan çıktığım gibi kendimi D&R'da buldum. Almakla bitmedi tabi öyle bir okumalıydım ki araya hiçbir şey girmemeliydi. O yüzden tuttum kendimi finallerimin bitmesini bekledim ve son finalimin ardından eve geldim kendimi odama kapadım okumaya başladım okudukça heyecanlarım daha da hızlandım bitirdim bu sefer sıra filmini beklemeye geldi.
Beni vampirlerle, imkansız aşkla, muhteşem fiziğe sahip kurtadamlarla tanıştıran Twilight'ın son filmine geçen hafta gitme fırsatı bulabildim. En az kitabı aldığım günkü kadar heycanlıydım ama bu sefer asıl heycanım sonunun ne olacağı değil de savaş sahnesinin nasıl olacağıydı. Beklediğimden de fantastik bir sahneyle karşılaştım. Önce Carlisle'ın kafası koptu , sonra Jasper'ın Alice'in gözleri önünde ölüşünü izledim. Kitabı okuyalı çok zaman olmuştu ama boyle bitse hatırlardım dedim, nasıl ölebilirler diye isyan ettim sonunda aslında hepsinin Alice'in öngörüsü olduğunu anlayınca bir rahatladım.. Resmen kitabı okuyan beni bile ters köşe yaptıklarını farkettim. Demem o ki son filmin ilk bölümü beni ne kadar hayal kırıklığına uğrattıysa bu finalide o kadar hoşuma gitti. Hele ki bir sahne var hep Edward'ı desteklemiş olan ben bile eridim gittim. Jacob Charlie'ye, Bella'nın durumunun artık farklı olduğundan bahsediyordu. Ustünü çıkarırken bir yandan da "bu dünya senin sandığın gibi bir dünya değil" dedi ve ben tam o sırada Jacob'ın o -sıcak ve kaslı diyeceğim çünkü mükemmel o vücudun yanında az kalabilir- vücudunu görmüş olmanın etkisiyle sinemada olduğumu unutup "nasıl bir dünyaymış o ya" diye bağırdım. Arkadaşlarımın yanı sıra sinemanın yarısının da bana dönüp güldüğünü farkettim ama bence o vücudu görenin vermesi gereken normal bir tepki idi:))
Konu vampir olunca söyleyecek daha çok şeyim var The Vampire Diaries ve Being Human hakkında yazacaklarım var :) Stefan mı Damon mı?? Vampir mi Kurtadam mı?? Hepsi hakkında söyleyeceklerim var...
N'den vampirlere dair...



27 Kasım 2012 Salı

Neyin gıdası bu kardeşim?!



Moralimiz bozulduğunda, çok mutlu olduğumuzda, sıkıldığımızda ya da gayet de etrafta biraz ses olsun diye müzik dinleriz. Kimi zaman içimizi kıpır kıpır eder, kimi zaman depresyona sürükler. Kafamızı dağıtmamıza yardım ettiği gibi, kafamızı toplamamızı odaklanmamızı sağlar. Bazen şarkıların anlamına dalar gideriz, bazen de bir o kadar anlamsız gelir ki.

Ben de herkes gibi müzik dinlemeyi çok seviyorum. Hatta bayılıyorum. Ders çalışırken, uyurken, yürürken, otobüste, uçakta sürekli müzik dinlerim. Mp3’ümü de ona göre seçtim tabii ki :) Şarjı uzuuuun süre gidiyor. Bi de ben pek takıntılıyımdır. Sadece bir şarkı indirebilmek için 6 saat internette dolaşmışlığım vardır. Ödevlerim için bu kadar uğraşıp detaylı arama yapmışlığım yoktur.

Öyle zamanlar gelir ki şarkıları fazla önemseriz ve içinden bir cümle seçer hayat felsefesi yaparız. Ya da benim gibi vahim durumda olan melankolikler olarak “Aha işte bu şarkı beni anlatıyor be abi” deriz. ( Mesela Göksel – Uzaktan dinlerken hep “ öyle uzaktaaaan uzaktan hiç konuşmadaaaan nasıl da bağladın beni” diyerek kendimden geçerim )

Bu kadar hayatımızın içine işlemiş, onsuz olmaz diyeceğimiz şey için boşuna RUHUN GIDASI dememişler öyle değil mi?

Bu da G'nin ilk yazısı :))

22 Kasım 2012 Perşembe

Spor: Koşmalı Oyunlar!


Onlar ki uzun derslerin ve sıkıcı akşamların kurtarıcısı olarak bellediğimiz akıllı telefon oyunlarımız, onlar ki arkadaş ortamının yeni rekabet konuları… Evet, onlar koşmalı zıplamalı, rekor kırma amaçlı Iphone oyunları! Benim kullanmayı sevdiğim bir deyişle: Koşmalı oyunlar!

İnanın bu oyunlarda koştuğumun milyonda birini gerçekte koşmuş olsaydım, şimdi diyet yapmama gerek kalmazdı, fit bir vücudum olurdu. Bu oyunlarda koştuğumun yarısını gerçekten koşabilseydim eğer, Olimpiyatlara giderdim! Sabah akşam, sıcak soğuk demeden, vize final önemsemeden koşuyorum arkadaş! Ve evet biliyorum, yalnız değilim. Ve biz, binlerce insan, yanılıyor olamayız!

İlk göz ağrım Temple Run’dı. O kâbuslarıma girebilecek güçteki ÖCÜlerden kaçmak için kahramanımızı bir oraya bir buraya sürükledim. Sonrasında Running Fred’le tanıştım. Ne yalan söyleyeyim, Fred’i oğlum olsa ancak bu kadar sevebilirim. O güzelim turuncu saçlarını, kötü kurukafadan kurtarmak için çok emek harcadım. En uzun soluklu oynadığım koşmalı oyun olarak, yeri hep ayrı kalacak!

Üçüncü koşmalı oyun da Subway Surfers. Metroda grafiti yapmaya çalışırken bekçiye yakalanan gençlerimizin koşturmasına ortak oluyorum burada da. Yol üzerindeki güçlendiricileri toplayıp, rekorlara imza atabiliyorsunuz.

En resmi ve en asil koşmalı oyunumuz da Agent Dash! Diğer oyunlarda hep birilerinden kaçarken yakası paçası dağılan kahramanlarımıza inat, Agent Dash coolluğundan asla ödün vermiyor ve karizmatik takım elbisesi içinde maceradan maceraya atılıyor.

Ben mi? Ben de, bu soğuk havalarda, pijamalarımla ve bir fincan çayımla, şarjımın götürdüğü yere kadar onlara eşlik ediyorum.

Spor olarak koşmalı oyunları tercih ediyorum!

S.


Sevip de kavuşamamak


“Sevip de kavuşamamak” durumu kadar sinir bozucu başka bir şey daha yok! Dün akşamki Kuzey Güney’den sonra bugün, bu konuyla ilgili yazmak istedim.

İzleyenler, izlemeyenlere anlatsın. Dün akşamki bölümde Kuzey’le Cemre kavuşmanın eşiğinden döndüler. Havaalanındaki o sarılma anından sonra bir oh çekmiş ve “oldu bu iş!” demiştim ki, Kuzey gene o beylik laflarından ederek Cemre’nin de bütün ümitlerini kırdı. Birbirlerini sonsuza kadar seveceklerini ancak asla bir araya gelemeyeceklerini kabul ettiler ve ayrıldılar.


Bunu kabul edemiyorum arkadaş!

Dünya’nın her yerinde birbirini seven insanların bir arada olmaları lazım. Gerekirse bunu hukuk kurallarından biri haline getirelim, zorunlu olsun. Birbirleriyle mutluluktan uçacak noktalara gelebilecek insanların, ayrı ayrı acı çekmelerine izin vermeyelim.

Çok sevmek nedir? Çok sevmek, sevdiğini başka kollara bırakmayı gerektirebilir mi? “Sevdiğini serbest bırak, dönerse senindir” klişesi gerçek hayatta da uygulama alanı buluyor mu? Ya da şarkıda dendiği gibi “ âşık gibi sevmezsen, kardeş gibi sev beni” diyebiliyor mu insanlar?
Ben bunları kabul edemiyorum işte.

Erkek dediğin de, kadın dediğin de sevdiğinin peşini bırakmamalı. Tamam, Truva zamanındaki gibi iki uygarlık arasında büyük savaşlar çıkma riski varsa, aşka bir engel konulabilir ama onun dışındaki tüm durumlar için, sevdiğinize sahip çıkın! Sevgi öyle kolay bulunan bir şey değil. Hele ki kavuşamamanın verdiği hırsla şahlanmış, dört nala koşan bir sevgiyi bulmak…
                                                                                                                                                 S.

21 Kasım 2012 Çarşamba

Bu yaklaşan kış günleri için en güzel EV BOTLARI..

Siz de benim gibi şimdiden üşümeye başladıysanız, değişik çay ve nescafelerle vize ve final gecelerini atlatmaya, ısınmaya çalışıyorsanız ev botları tam sizlik.. Ben bi elimde papatya çayım (malum vize haftası ben çok stresliyim ee rahatlamak gerek) ayağımda botlarım odamın bir köşesine tüneyip ders çalışmaya çalışıyorum..

Henüz kışın başında olsak da ama ben üşüdüğüm için evde giyeceğim rengarenk botlarımı şimdiden aldım bile. Tercihim genelde ugg botlara benzeyenler ve içinde bol pembesi olanlar ama o kadar çok seçeneğim vardı ki hala aklımın kaldığı botlar dahi var :) siz de bu kararsızlığı yaşamayın diye size beğendiğim,  beğenmediğim çeşit çeşit botlardan paylaşacağım
                                                                                                                               N


                                                                                       





Deneme 1ki3


Biz üniversitede tanışan 3 arkadaş olarak, son senemizde bi’ blog açalım, yazalım, çizelim, coşalım, eğlenelim istedik. Modadan, kitaplara; filmlerden teknolojiye kadar her konuda bi fikrimiz varken ve herkes bir yerlerde kendini ifade etmeye çalışırken, biz neden yazmadan duralım ki? Her genç kız gibi bizim de fazlasıyla istediğimiz ayakkabılar, dinlemeden uyuyamadığımız şarkılar, gördükçe içimizin eridiği yakışıklılar var! Kıskandığımız sıfır beden hatunlar, gıcık olduğumuz yakın arkadaşlar, hep beklediğimiz platonik aşklar var!
Artık daha fazla içimizde tutamayacağımız sırlar, dedikodular; anlatılmayı bekleyen tecrübeler, utanç duyduğumuz anılar var! Eğer takipte kalmaya devam edersiniz, dahası da var! 

N. S. G.