Aşkla meşkle uzaktan yakından alakam
yoktu. Aşk, acı çekmenin biraz daha nazik bir yoluydu ve kutsal sayıldığı için
kimse bunu yüksek sesle dile getiremiyordu. Lisede birkaç denemede bulunmuş,
sonrasında da uğraşmaktan vazgeçmiştim. Ne olacaksa zamanı geldiğinde
kendiliğinden olacaktı. Çünkü aşkın zamanlamayla, planlamayla hiç alakası
yoktu. Tamamen kimyasal bir şeydi. Huyu huyuna, suyu suyuna, boyu boyuna uymasa
bile; henüz neresi olduğunu anlayamadığım bir noktadan bağlanıveriyordu
insanlar birbirine. Onlar mutlu mesut yaşarken, “bu çocuk bu kızda ne buluyor
yahu” geyiği de bize düşüyordu haliyle.
Sonra bir şey oldu. Daha önce başıma gelen
hiçbir şeye benzemediği için adını koyamıyorum. Bir şey oldu işte. O masmavi
gözleri, gözlerime değdi ve bildiğim her şeyi unuttum. İdeallerim, katı
düşüncelerim, duvarlarım bir anda tuzla buz oldu. Sonra gülümsedi. Meğer
“midede kelebeklerin uçuşması” deyimi oldukça romantik bir tabirmiş, ben daha
ziyade karnıma yumruk yemiş gibi oldum! Evlilik karşıtı feminist yanım bile
terk etti gitti beni. Kanepede oturmuş, ona meyve soyduğum bir dünya hayal
ettim. Kokusunu içime çekebildiğim sürece, onunla her yere gidebilirdim.
Ben kendi içimde böyle coşup, kabıma
sığamazken; o başka hayatları da kendi çevresine sığdırmayı seçti. Başka
kadınları. Adları arkadaştı, kankaydı, memleketten tanıdığıydı. Benim içinse “yılışık”tı,
“sırnaşık”tı, “sürtük"tü. Hepsiyle ayrı bir samimiydi. Ama ben farklıydım.
Kimse benim sevdiğim gibi sevemezdi onu. (Evet, biliyorum tam bir Türk filmi
klişesi, ama doğru!) O, benim gözlerimdeki ışığı yok saymayı seçti. Bir gün
iyi, bir gün kötü oldu. O iyiyse ben de iyi oldum, kötüyse de kötü. Kendimden,
en yakın arkadaşlarımdan, ailemden bu kadar uzaklaştığım başka bir dönem daha
olmadı. Onun için yapabileceklerimi gördükçe kendimden korktum.
...Finaller bitti, tatile girdik. Artık bol bol yazma zamanı. Anlatılan hikayeler, gerçekle hayalin karışımı. O yüzden tek seferde anlatmak biraz can acıtabiliyor. Hikayenin devamı için, takipte kalın.
S.